Gözümüzün önünde bir devrim oluyor. İki üç sene öncesine kadar parklarda tek tük rastladığımız, oyuncaktan saydığımız scooter’lar, dünyanın diğer şehirleriyle birlikte İstanbul’da da bir ulaşım aracına dönüşüyor. Başını elektrikli scooter’ların çektiği mikromobilite devrimi, gelip geçici bir trend mi, ulaşımın geleceği mi?
Birleşmiş Milletler rakamları diyor ki, 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 68’i şehirlerde yaşayacak. Bugün bile çözmekte zorlandığımız trafik problemi daha da artacak. Hareket etmek, evden işe gitmek, okuldan eve dönmek bugünün ulaşım olanaklarıyla mümkün olmayacak. Elektrikli scooter’ların hayatımıza bütün hızıyla girivermesi öncelikle bu yüzden.
Başka sebepler de var: Dünyanın bir numaralı gündemi, tartışmasız, iklim krizi. Bireyler, şirketler, ülkeler hesaplarını buna göre yapıyor. Petrolle, yani fosil yakıtla çalışan otomobillerden farklı olarak, çevre dostu scooter’lar bireyler için etik, şirketler için karlı, ülkeler için zorunlu görünüyor. Farklı kaynaklar farklı rakamlar verse de, küresel ısınmaya yol açan karbon salınımının ulaşıma düşen payı yüzde 20-30 arasında değişiyor.
Trafik sıkışıklığının başlıca sorumlusu otomobillerin verimliliği de ayrı mesele. Size bir rakam vereceğim, doğru mu gördüm diye iki kere okuyacaksınız: Özel bir otomobil ortalama yüzde beş verimlilikle çalışıyor. Yani günde yalnızca 1.2 saat kullanılıyor, diğer zamanlarda garajda yatıyor! İnsan sormadan edemiyor: Gerçekten bir otomobile ihtiyacım var mı? Yine otomobillerle ilgili bir araştırma sonucu: Yeni nesiller akıllı telefonunu otomobilden daha çok seviyor. Otomobil kullanmak yerine yan koltukta oturup müzik yapmayı tercih ediyor.
1900’lerin başında at arabaları yerini motorlu otomobillere bırakmış ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Bugün yine benzer bir ulaşım devriminin eşiğinde olabilir miyiz?
GÖKTEN SCOOTER YAĞDI
Geleceği biraz daha net görebilmek için, gelin paylaşımlı scooter’ların kısacık tarihine bakalım.
2017’de Kaliforniya’nın kuzeyindeki San Francisco ve güneyindeki Santa Monica şehirlerinde birbirine rakip iki start – up kuruldu: Lime ve Bird. Değerleri aylar içinde milyar dolarlar mertebesine ulaşan bu iki şirketin işi son derece basitti, elektronik scooter (e-scooter) kiralıyorlardı. Elbette günün teknolojisine uygun olarak: Şirketin uygulamayı telefonunuza indirip kredi kartı numaranızı giriyor, her köşe başında karşınıza çıkan e-scooter’ı aktive ediyor, istediğiniz yere ulaşınca yine bulduğunuz gibi bırakıyordunuz. Lime da Bird de şehrin sokaklarına scooter yağdırmışlardı. Ne zaman ihtiyacınız olsa karşınıza bir tane çıkıveriyordu.
E-scooter’lar önce ABD’nin sonra Avrupa’nın gündemine böylece girmiş oldu.
O günden bu yana filmi hızlıca ileri sararsak… Heyecanla karşılanan scooter’lar kendine has sorunları da beraberinde getirdi. Regülasyonlar yapılmadığı için, kazalara ve karmaşaya sebep oldular. Rahat bir ulaşım vaat etmelerine rağmen, belli bir yere park edilmedikleri için kaldırımları tıkadılar. Çevre dostu olma iddiasıyla çıktılar ama paylaşımlı scooter’ların ömürleri birkaç ay ile sınırlı olduğu için kısa sürede baş edilmesi zor bir çöp yığını haline geldiler.
Bugünün dünyasında sorunlar ve çözümler eşzamanlı ilerliyor. Üreticiler daha sağlam scooter’lar yaparak kullanım süresini uzatarak, hurdaya çıkan araç miktarını azaltma üzerinde çalışıyor. Yasal düzenlemeler hızla yapılıyor. Berlin bütün ticari scooter’lara birer plaka verdi. 20 bin aracın dolaştığı Paris, on iki olan elektrikli scooter kiralama şirketini üçe indirip daha kolay yönetmek için adımlar atıyor. ABD’de şehirler yasallarını güncelliyor. 2016’dan beri düzenlenen European Mobility Week, şehirleri mobilite ve alt kavramlarıyla ilgili bilgilendiriyor.
İLK UÇAN MARTI OLDU
İstanbul, paylaşımlı e-scooter’larla bu yıl, ilk olarak Fenerbahçe ve Kadıköy sokaklarında tanıştı. Yakında Avrupa yakasında, Boğaz kıyısında e-scooter’lar göreceğiz. Bazı markalar yalnızca kampüs içi ulaşımı sağlamak için üniversitelerde yayılmayı hedefliyor. Daha çok scooter’lar üzerinden konuşsak da paylaşımlı bisikletler de mikromobiliteye dahil. Benzer şekilde çalışan bisiklet şirketlerine İstanbul’da ve diğer şehirlerde de rastlıyoruz. Esasen 500 kg’den hafif olan araçların tümü mikromobilite kapsamına giriyor.
Türkiye’de geleceğin akıllı ulaşım teknolojilerine kafa yoran, mobiliteyi daha geniş ele alan bir de Ar-Ge ve İnovasyon Merkezi var: Fark Labs. Masanın dört ayağı gibi, mobilite kavramını da dört alt başlık taşıyor: CASE (Connected/Bağlantılı, Autonomous/Otonom, Shared/Paylaşımlı, Electrified/Elektrikli). 42 Maslak’ta 2019’un faaliyete geçen Fark Labs, mobilitenin temelini oluşturan bu dört alanda da yatırım yapıyor: Bağlantılı Araç Platformu Comodif, mobilitenin ihtiyaçlarına tasarım çözümleri sunan CSUM, start-up’lara yatırım yapan F+Ventures ve scooter’ların güvenli biçimde park ve şarj eden ve önümüzdeki Ocak’ta Las Vegas’ta yapılacak olan dünyanın en büyük teknoloji fuarı CES’e katılacak olan şarj istasyonu Duckt bunlardan bazıları. “Türkiye’de inovasyon konusundaki genel eğilim, dünyada olup bitenleri takip etmek ve benzerlerini uygulamaktı” diyor, Fark Labs’in kurucusu Ahu Büyükkuşoğlu Serter. Ancak bu sefer durumun farklı olduğunu anlatıyor: “Mobilite konusunda bu makus talihi yeniyoruz. Sadece Türkiye’yi değil tüm dünya pazarını hedef alan işler yapıyoruz. Fark Labs’ten dünya çapında ürünler ve şirketler çıkarma hedefiyle yürüyoruz.”
Rakamlarla başladık, rakamlarla bitirelim:
McKinsey’nin raporuna göre, 2030 yılında, yani yalnızca on sene sonra dünya şehirlerinde yaklaşık 30 milyon mikromobil araç dolaşıyor olacak. Bu yaklaşık 400 milyar dolarlık bir ekonomi anlamına geliyor. Yani otomotiv sektörünün üçte biri.