ARÇELİK KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI VE İŞLENMESİ MÜŞTERİ AYDINLATMA METNİ

Kapat X
Dünyadan

Yeni Yol Haritamız

Bu yazıyı 4 dakika 43 saniyede okuyabilirsiniz.

Tıp ve teknolojideki gelişmeler sayesinde insan ömrü üç haneli sayılara dayandı, mitolojinin konusu olan ölümsüzlük insanoğlunun hayalleri arasında yerini aldı. Ömrümüze yıllar eklenirken hayatımızın yol haritası aynı kalabilir mi? Hazır başlamışken bir soru daha soralım o zaman: Peki nasıl geçecek bu hayat?

Nasıl geçecek bu hayat diye sorarken, yaşamın zorluklarına vurgu yaparak soru kılığına girmiş bir şikayeti dillendirdiğimi sanmayın. Dümdüz soruyorum: 100 yıl yaşayacağız diyelim. Peki bu süreyi nasıl geçireceğiz? Detaya inersek, mesela, okula kaç yaşında başlayacağız, öğrencilik hayatımız ne kadar sürecek, ne zaman çocuk sahibi olacağız, kaç yaşında hangi şartlarda emekliye ayrılacağız…

Bu sorulara kafa yoran pek çok insan var. Onlardan biri de Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü profesörlerinden Laura Carstensen. “Bir tiyatro oyunu düşünün, 70 dakikaya göre yazılmış, siz de oynuyorsunuz. Sonra diyorlar ki, sürenizi yarım saat uzattık, artık 100 dakika oynayacaksınız. Ne yaparsınız? Metinde hiçbir değişiklik yapmadan oynayıp, son yarım saat seyirciyle karşılıklı bakışmazsınız, değil mi? Oyunu yeniden yazar, en azından elden geçirir, belki bölümleri kendi içinde uzatır, derinleştirirsiniz. Ancak bu şekilde ortaya yeniden anlamlı bir oyun çıkarabilirsiniz.”

Laura Carstensen, hayatı bir tiyatro oyununa benzetirken, oyunun sonradan uzatılan kısmıyla insanoğlunun artan yaşam süresini kastediyor. Doğrusu, bu konuda konuşan o olunca söylediklerine kulak vermek gerekiyor. Çünkü kendisi, Stanford Center on Longevity / Uzun Yaşam Merkezi’nin kurucusu ve direktörü. Son on yıldır araştırmalarını uzayan insan ömrü ve bunun sonuçları üzerinde yoğunlaştırıyor.

30’unda çocuk büyüt, 40’ında işe başla
Profesör Carstensen’a göre mezuniyet, iş hayatına atılma, evlilik, çocuk yetiştirme, kariyer yapma, emeklilik gibi dönüm nokta- larını, süresi uzayan hayatlarımıza göre yeniden düzenlememiz, hayatımız için yeni bir yol haritası belirlememiz gerekiyor. Çünkü, şimdiki sistemin iki büyük handikapı var: Birincisi, gençlik öğrencilikle, yetişkin hayatlarımız çalışmakla ve çocuk yetiştirmekle, yaşlılığımız ise emekli olup dinlenmekle geçiyor ve bu dönemler birbirinden o kadar kopuk yaşanıyor ki, kuşaklar arası iletişimsizlik kaçınılmaz hale geliyor. İkincisi, öğrencilik bitip çalışmaya başladıktan emekli olana kadar geçen zamanda kendimizi çok fazla yıpratıyoruz. Aile kurmak, çocuk büyütmek, kariyerimizi inşa etmek, ekonomik olarak güçlenmek… Bunların hepsini neredeyse 10-15 yıllık bir zaman diliminde ve aynı anda yapmaya çalışıyoruz. Emekli olduktan sonraysa bu yoğun tempoya bir anda veda ediyoruz ve bu sefer de fazlasıyla boş kalıp boşluğa düşüyoruz.

“Doğrusu, ilerleyen yaşlarda verimliliğin düştüğü varsayımı, toplumun önyargısından başka bir şey değil. Kendini güncelleyen ve sağlığı elveren herkes yetmiş yaşına kadar rahatlıkla çalışabilir, alanına büyük katkılar sağlayabilir. Hatta düşünülenin tam aksine, yaşla gelen avantajlar var.

Peki ne yapmak gerekiyor? Laura Carstensen, A Long Bright Future / Uzun Parlak Bir Gelecek adlı kitabında anlatıyor: “Şu an sürdürülen sistem, bundan yüz sene öncesi için uygundu. Bir okuldan mezun oluyor ya da bir meslek öğreniyor ve hemen iş hayatına giriyordunuz. Nefes almadan çalışıp ailenize bakıyordunuz ve emekliliği göremeden hayata veda ediyordunuz çünkü ortalama ömür 50 yıl idi. Bugün, çalışma hayatının yükünü 25-45 yaş aralığından alıp bütün ömre, özellikle de daha ileri yaşlara dağıtmalıyız. Çünkü artık bunun için yeteri kadar vaktimiz var.”

Günümüzde, acele etmek şöyle dursun, hayatın bütün hızına inat ağırdan almamızı öneriyor Carstensen. Mesela okuldan mezun olduktan sonra kendimizi iş hayatının kollarına teslim etmek yerine, önce part-time çalışmamızı, seyahate vakit ayırmamızı, kendimizi daha iyi tanıyıp ne istediğimize adamakıllı karar vermemizi, istiyorsak çocuk sahibi olmamızı ve onları iş hayatının stresinden uzak büyütmemizi, bu yaşam biçimini 40’lara kadar uzatıp ancak ondan sonra işe daha çok konsantre olacağımız bir döneme geçmemizi söylüyor.

En verimli yıllar
25-40 yaş arasını yarı öğrenci modunda, gezerek, part- time çalışarak, çocuk büyüterek yani kelimenin tam anlamıyla “kasmadan” geçirme fikri oldukça yeni. Ve tüm yeni fikirler gibi çok heyecan verici! Fakat burada akla hemen geliveren soru da belli: İnsan en verimli yıllarını nasıl gezip tozarak ya da evde çocuk bakarak geçirir?
Profesör Carstensen, “Bu yılların en verimli dönem olduğunu nereden çıkarıyorsunuz” diyerek soruma soruyla karşılık veriyor ve devam ediyor: “Doğrusu, ilerleyen yaşlarda verimliliğin düştüğü varsayımı, toplumun önyargısından başka bir şey değil. Kendini güncelleyen ve sağlığı elveren herkes 70 yaşına kadar rahatlıkla çalışabilir, alanına büyük katkılar sağlayabilir. Hatta düşünülenin tam aksine, yaşla gelen avantajlar var. Tecrübe dediğimiz şey biraz da insan ilişkilerini yönetebilmek ki bu da başarıyı doğrudan etkiliyor. Yaşla hem empati becerimiz gelişiyor, başkalarının duygu- larına ve ihtiyaçlarına daha duyarlı oluyoruz, hem de olaylar karşısında soğukkanlılığımızı koruyabiliyoruz.”

Özellikle küçük çocuğu olanların bu formülü çok sevdiğinin altını çiziyor Laura Carstensen: “Çocuklar doğduktan sonraki ilk birkaç yıl, hele de yoğun tempoda çalışıyorsanız hakikaten çok zorlu geçebiliyor. Oysa uzayan ömürler düşünüldüğünde, o birkaç yılı iş değil aile odaklı geçirmek size hiçbir şey kaybettirmez, tam tersi dengeli bir hayatın formülünü sunar.” Yalnızca çocuk büyütmek için değil, hobinizde uzmanlaşmak, hep ilgi duyduğunuz bir sanat dalında derinleşmek veyahut inandığınız bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçirmek için de ideal bir dönem Carstensen’in “genç yetişkinlik” dediği 25-40 yaş aralığı. Çocukları okula yolladıktan; ruhunuzu seyahatle, sanatla, gönüllü faaliyetlerle doyurduktan sonra kendinizi işe verecek uzun yıllarınız olacak nasıl olsa.

Peki şirketler, yöneticiler, patronlar bu konuda ne düşünüyor? “Bundan on yıl önce Uzun Yaşam Merkezi’ni kurarken en büyük on şirketin insan kaynakları liderleriyle bir araya geldik, o zaman kafalarını en çok meşgul eden konu, 50 yaşın üstündeki çalışanlarını üzmeden emekli etmekti. Çünkü bu yaş grubunun yeterince şevkle çalışmadığını ve kendilerini yenilemediklerini düşünüyorlardı. Fakat yine aynı toplantıda ortaya çıktı ki, şirketler 45 yaş üstü çalışan- larına yatırım yapmıyorlar, eğitim vermiyorlar; sonra da yüksek performans bekliyorlar! Ama şimdi şirketler de değişiyor. Çeşitliliğin verimliliği artırdığını biliyoruz. Cinsiyet, kültür dışında kuşak çeşitliliği de şirketlerin yeni yeni peşine düştükleri bir değer. Kaldı ki Avrupa gibi nüfusun hızla yaşlandığı bölgeler eski kuşak çalışanlara mecbur.”

Fütüristler bir süredir, dünya tarihinde ilk kez geleceğin bu kadar tahmin edilemez olduğunu söyleyip duruyor. Yine de kafa- mızı geleceğe doğru bir parça uzatabilirsek, 30’larında gençliğini ofisteki odasında değil tutkularının ya da küçük çocuklarının peşinde koşarak geçiren maceracı ve mutlu insanlar, 40’larında kariyer basamaklarını çıkmaya başlayan “gençler”, 50’lerinde yaşam boyu eğitim anlayışı çerçevesinde tekrar üniversiteye dönen öğrenciler ve 60’larında iş hayatının en verimli dönemini yaşayan bilge iş insanlarıyla karşılaşmamız işten bile değil.


Zeynep Güven Ünlü

Gazeteci, yazar.

1994 yılında iletişim fakültesinden mezun olduktan sonra Hürriyet’te gazeteciliğe başladı. Portre yazıları, röportajları ve haberleri gazetede yayınlandı. 2000-2009 arasında New York ve Kaliforniya’da yaşadığı dönemde serbest muhabirliğe devam etti. 2010-2017 arasında Vogue Türkiye’nin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Geçtiğimiz aylarda kocası Burçin ve oğlu Kaya ile Palo Alto’da yaşamaya başlayan Zeynep, uzaktan çeşitli yayınlara katkıda bulunmaya devam ediyor.

Size daha iyi hizmet sunabilmek için sitemizde çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerez politikamıza izin vermiş oluyorsunuz.