ARÇELİK KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI VE İŞLENMESİ MÜŞTERİ AYDINLATMA METNİ

Kapat X
Gelecek

Ruhun Doysun | Gelecek: Yasemin Ulusoy ile Denizlerin Geleceği Üzerine

Yasemin Ulusoy, Akdeniz Koruma Derneği’nde proje ve kaynak geliştirme sorumlusu. Kurumsal hayatta çalışmak yerine, bir amaç için çalışmayı seçmiş bir genç. Ruhun Doysun Gelecek serimizde, dünyayı değiştirecek, bakış açılarıyla fark yaratacak gençlerin peşinden gidiyoruz. 27 yaşındaki Yasemin Ulusoy da onlardan biri. Ulusoy’la istilacı balıklardan Akdeniz’in korunmasına, sivil toplum kuruluşlarında kariyer yapmaktan denizleri korumak için yaşamaya pek çok şey konuştuk.  

Yasemin, seni biraz tanıyabilir miyiz?

Ben Ankaralı bir aileden geliyorum. Bizim için doğa hayatta en çok önem verdiğimiz şeylerden biri. İnsan bedeni ve insan ruhunun tabiat ve canlılardan öğreneceği çok şey olduğuna inanıyoruz. Ben de küçüklüğümden beri kendimi doğadan ayrı bir canlı değil, doğanın bir parçası olarak bilirim ve belki de bu yüzden insan kadar- hatta bazen daha fazla, hayvanlarla vakit geçirmeyi severim. Tabiattan uzak kalınca kendimi huzursuz hissederim. İnsan merkezli toplumumuzdan kopup düzenli olarak doğanın büyüklüğü ve kudreti içerisinde kendi küçük insaniliğimi hatırlamak iyi geliyor!

Toplumsal hayatın içinde de farklı şapkalar takmaya alışkın biriyim. Liseden itibaren sosyal sorumluluk projelerinde gönüllülük çalışmaları sayesinde farklı insanları ve yaşam biçimlerini tanıma fırsatım oldu. Bu merakla Türkiye’de, Avrupa ülkelerinde, sahra altı Afrika ve Güneydoğu Asya’da farklı projelerde yer aldım. Lisans eğitimimi Siyaset Bilimi, ilk yüksek lisansımı Antropoloji ve Kalkınma Yönetimi, ikinci yüksek lisansımı ise Sürdürülebilir Kaynak Ekonomisi alanında yaptım.

Şu anda bir deniz sosyal bilimcisi olma yolunda ilerliyorum. En önemli gündemimiz olan iklim değişikliği sürecinin deniz kaynakları üzerindeki etkisi, deniz ile ilgili sosyal haklar, toplum algısı ile etkileşimi, kaynak yönetimi ve idaresinde şeffaflık gibi konular bu disiplinler arası sahanın konularından bazıları. Deniz ekosisteminin iklim değişikline karşı direncinin arttırılması için insanların deniz ile etkileşimini daha iyi anlamamız ve buna göre politikalar tasarlamamız gerekiyor.

Deniz sana ne ifade ediyor?

 Deniz benim için deneyimlediğimiz karasal hayatın diğer yüzü – gözle göremediğimiz, büyük bölümü hala keşfedilmemiş, gizemli ve büyülü bir öteki dünya. Yüz yıllardır denizin yanı başında, onun sunduğu kaynaklarla yaşamımıza devam ediyoruz ve ister istemez ruhumuzu çeken bir tarafı var. Denizle bağlantıda bir yaşamın insan psikolojisi üzerinde olumlu etkileri araştırmalar tarafından kanıtlandı. Bize sunduğu sayısız kaynağa rağmen denize hak ettiği saygıyı göstermiyoruz, aldığımız kadar korumuyoruz. Bunların farkında biri olarak deniz benim için değeri bilinmeyen bir hazine.

Denizle ilişkin nasıl başladı?

3 aylıkken denize girmeye başlamışım; belki de bu yüzden küçük yaştan itibaren deniz kendimi en huzurlu hissettiğim yer. Dalış yapmaya başladığımda deniz altı dünyasına olan merakım ve saygım katlanarak artmaya devam etti. Kabuksuz deniz salyangozunu ilk gördüğümde bu küçücük canlıların akıl almaz güzellikte renk ve desenlerine hayran kaldım! Farklı türlerin deniz yaşantısını, kiminin avlanmasını, kiminin de avlananlardan yumurtalarını koruyuşunu izledikçe büyülendim.

2017 yılında insani kalkınma alanında iş ararken bir süreliğine Endonezya’ya, Gili Trawagan adasında bir deniz kaynaklarını koruma örgütüyle çalışmaya gittim. Adada geçirdiğim süre boyunca dalış yaptım ve ‘biorock’ denilen bir yöntemle, Endonezya’nın yakın tarihine kadar sualtını tahrip etmiş olan mayın balıkçılığı ile parçalanmış ama henüz canlı durumdaki mercanların rehabilite edilmesi projesinde çalıştım. İstanbul’a, “karaya” döndüğümde de sürekli denizin içinde olmayı ve deniz altı dünyasında vakit geçirmeyi özler oldum.

 

Akdeniz Koruma Derneği ile yollarınız nasıl kesişti?

2019’da uluslararası bir kuruluş için çalışıyordum ve senelik tatil iznimi Kuzey Doğa gibi doğa koruma dernekleri bünyesinde gönüllülük yaparak kullanıyordum. Denizlere verdiğimiz küresel zararın azaltılmasının yeterli olmadığının ve tehdit altındaki ekosistem ve canlıların korunması için aktif olarak çalışmamız gerektiğinin farkındaydım. Tam da bu sırada Ruhun Doysun’un deniz konulu bölümünde Mehmet Gürs’ün AKD kurucusu ve başkanı Zafer Kızılkaya ile sohbetine denk geldim. “İşte benim yapmak istediğim iş tam olarak bu” dedim ve dernekle iletişime geçtim. Eğitim için tekrar Londra’ya gitmeye karar vermiştim ve tezimde Gökova Deniz Koruma Bölgesi ve ekosistem temelli balıkçılık planlamasını konu almak istediğim için derneğin deneyim ve verilerinden yararlanabilme ümidindeydim. Zafer’in desteği ile hem araştırma için gerekli kaynaklara erişim sağladım hem de mezuniyet sonrası AKD için tam zamanlı çalışmaya başladım.

Derneğimizin logosundaki balık dülger balığı. Sait Faik Abasıyanık’ın Bir Dülger Balığının Ölümü 16 yaşımda en sevdiğim kısa öyküydü! Bunun bir tesadüf değil bir işaret olduğuna inandım! 🙂

 

Bugün Akdeniz ne durumda? Ne gibi gelişmeler var?

Şu anda Akdeniz’in belli başlı sorunları arasında balık stoklarının aşırı avlanma nedeniyle yüzde 87’sinin tükenmiş olması. deniz kirliliği, ve habitat tahribatı var. Bu hafta COP22 bağlantılı Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması, diğer adıyla Barselona Sözleşmesi’nin 22. taraflar konferansı Türkiye’nin ev sahipliğiyle Antalya’da gerçekleşiyor. Toplantıda Akdeniz’deki plastik kirliliğinin azaltılması, Deniz Koruma Alanlarının ve yönetim uygulamalarının geliştirilmesi, deniz ve kıyı biyoçeşitliliğinin korunması, sirküler ekonominin teşvik edilmesi, iklim değişikliği ve istilacı türlerin yönetimi gibi Akdeniz’in sağlığını ilgilendiren birçok konu taraf ülkelerce konuşuluyor. Gelecek 2 yıllık süreçte Türkiye Barselona sözleşmesinin Büro Başkanlığını yürütecek. Bu başkanlık konumu sözleşme taahhütlerinin uygulanmasında bir ivme yakalamamız için de iyi bir fırsat. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına da çok ciddi sorumluluklar düşüyor. Biz de AKD olarak ülkemizde denizleri korumaya yönelik alınan kararların uygulanması ve takibinde üzerimize düşeni tüm enerjimiz ve kaynaklarımızla yerine getirmeye devam edeceğiz.

 

İstilacı balıklar, özellikle Aslan balığı çok daha fazla tüketilen bir balık haline geldi. Bu durumun denizlere etkileri oldu mu?

İklim değişikliğinin etkisiyle artan deniz suyu sıcaklığı, Kızıldeniz, Hint Okyanusu gibi farklı ekosistemlere ait türler için Akdeniz Havzası’nı her geçen gün daha yaşanabilir hale getirmektedir. Cebelitarık Boğazı, Süveyş Kanalı ve gemilerin balast suları ile taşınan bu yeni türler, yabancısı oldukları denizlerimize hızla uyum sağlayıp çoğalırken bir yandan da yerli balık türleri ve küçük ölçekli balıkçılık ekonomisi üzerinde tehditler yaratmaktadır. Aslan balığı, kılkuyruk mercan, asker balığı, lokum balığı, uzun dikenli deniz kestanesi, denizlerimizde son birkaç yıldır yaşamaya ve hızla yayılmaya başlayan türlerdendir.

İklim değişikliğini engellemek mümkün olmamakla birlikte etkilerini azaltmak mümkündür. Bunun için Akdeniz Koruma Derneği, 2013 yılından bu yana istilacı olarak da adlandırılan yeni balık türlerinin izlenmesi için çalışıyor. Orfoz, lahos gibi alan savunma özelliği bulunan, denizlerimiz için önemli türlerin korunması, popülasyonlarının artması için Balıkçılığa Kapalı Alanlarda Deniz Koruyuculuğu Sistemini uyguluyor. Yenebilir yeni balık türlerinin sofralara dahil olması için Türkiye’nin farklı yerlerinden gönüllü şeflerle birlikte hareket ediyor. Böylece Aslan balığı başta olmak üzere yenebilir olan yeni türler, birbirinden farklı tariflerle İstanbul, İzmir, Ankara, Bodrum, Akyaka, Göcek ve Kaş’ta bulunan restoran menülerinde yer almaya başladı. Yeni balık türlerinin dağılım hızı ve popülasyonu hakkında bilgi edinmek için üniversitelerle iş birliği kurarak stok analizi ve aslan balığının beslenme davranışını belirlemek için çalışıyor. İstilacı balık türlerinin tüketimini ve tüketimin popülasyon gelişimi üzerindeki etkisini izliyoruz ancak henüz tüketim miktarı popülasyon üzerinde baskı yaratabilecek düzeyde değil. 

Bu konuda Akdeniz Koruma Derneği neler yapıyor? Restoranlar menülerine istilacı balıkları koymaya başladılar mesela değil mi?

Evet. İstilacı yenebilir denizel türlerin ekonomiye kazandırılması, gelir kaybına uğrayan balıkçıların ekonomilerine katkı sağlanması ve istilacıların denizel ekosistemlerimize olan olumsuz etkilerinin azaltılarak ekosistem restorasyonuna katkı sağlanması amacıyla daha önce ekonomik değere sahip olmayan türlerin pazar temelli bir yaklaşımla tüketiciye tanıtımı ve değer kazandırılmasına yönelik faaliyetlerimiz bulunuyor.

AKD bu kapsamda Yeni Balıklar projesini başlattı. Türlerin yoğun olarak bulunduğu kıyılardaki kafe ve restoranlar, büyük şehirlerdeki restoranlarla iletişime geçiyoruz ve menülerinde bu yeni türlere yer vermelerini sağlayabilmek için yoğun bir tanıtım faaliyeti sürdürüyoruz. Restoranların menülerinde başta aslan balığı olmak üzere, uzun dikenli kestane ve benzeri türleri görmeye başlamak bizi mutlu ediyor.

 

Gündemi ve baktığımız yeri artık gençler belirliyor. Seni kurumsal bir iş yerine bir dernekte çalışmaya yönelten neydi?

Ben de birçok genç gibi iş hayatıma kurumsal bir şirkette başladım. Özel sektör ve büyük uluslararası kuruluşlarda iş güvencesi iç rahatlatsa da, yeni fikirlerin uygulanmasındaki yavaşlık ve genç çalışanlara verilen fırsatların yetersizliği beni iş tanımımım daha esnek, öğrenme eğrisinin daha dik olduğu bir iş arayışına götürdü.

Kurumsal şirketler ve uluslararası kuruluşlarda çalışmanın iş yönetimi ve disiplini açısından getirisi çok. Ama 20’li yaşlarında bir genç olarak idari tarafta olmaktansa sahada yönetilen ve işe temas halinde çalışmayı tercih ettim. Olumlu ve olumsuz, üzerinde çalıştığım işin etkisini bizzat görmek istedim. Akdeniz Koruma Derneği gibi bir dernekle çalışmanın benim için en çekici yanı buydu. Proje ve kaynak geliştirme alanında sorumlu olsam da ben de sahaya gidebiliyorum, sahadan bilgi alıyorum ve dönemsel olarak ben de paletleri giyip kum köpekbalığı gözlem projemiz gibi projelerde yer alabiliyorum.

Türkiye’deki çevremde benim gibi uluslararası bir kurumdan yerel ölçekli bir örgüte geçen bir tanıdığım henüz yok (bu hala bir delilik) ama yeni lise mezunları ve üniversitelilerin gitgide benzer bir yola yöneleceğine inanıyorum çünkü dünya çapında araştırmaların gösterdiği üzere yeni nesiller alacakları maaştan çok kurumların misyonundan ve küresel sürdürülebilirlik kriterlerine hassasiyetinden etkilenerek iş seçiyor.

 

Gençlerin stk’larda kariyer yapabilmesi mümkün mü?

 Alışılmış kariyer güzergahlarının eskisi kadar tatmin edici olmadığını ve genç nesillerin kazancın yanı sıra inandıkları davalar için çalışmaktan tatmin bulduğu bir dönemdeyiz. Sivil Toplum Kuruluşları özel sektöre kıyasla gündemimizde olan iklim değişikliği, kadın hakları, çalışan hakları gibi konularda gerekli adımları atmak ve inovasyonu getirmek konusunda katalizör olabiliyor.

Tabii ki her STK’nin değerleri birbirinden farklı ama birçoğu toplumun ve doğanın sesi olmak için az miktarda öz kaynakla çok büyük işler başarıyor, hem gündem belirleyicisi oluyor hem de sahada önemli faaliyetleri yürütüyor. Her sektörde olduğu gibi kariyer yaratmak sanırım kişiye bağlı ama gençlerin STK’larda kariyer yapması kesinlikle mümkün.

 

Biyoçeşitlilik üzerine çalışıyorsun, bize en basit haliyle anlatabilir misin?

Denizel biyo-çeşitlilik deniz türlerinin sağlığı ve zenginliği hakkında bir göstergedir. Dünyanın yüzde yetmişi denizle kaplı ve burada muazzam büyük bir yaşam var. Yüksek biyo-cesitlilik kendi kendine bir değere sahip olmanın yanı sıra insanların ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilir kalkınması için de şarttır.

 Deniz koruma alanıyla biyoçeşitlilik arasındaki bağ nedir?

Deniz Koruma Alanları ekolojik değeri yüksek biyo-çeşitlilik sıcak noktalarında koruma altına alınan deniz ve kıyı sahalarıdır. Deniz Koruma Alanları deniz türlerini ve habitatı korumanın yanı sıra deniz kaynaklarından geçimini sağlayan balıkçılık ve turizm gibi yerel ekonomileri destekler ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı kıyısal direnci arttırır. Bu nedenle dünyadaki pek çok ülke 2030’a kadar Deniz Koruma Alanları’nın ülke kara sularının yüzde otuzunu kapsamasını hedefliyor – 2020’de ulaştığımız rakam ise yüzde 833

Gerekli idari yönetimin eksikliğinde Deniz Koruma Alanları ekosisteme bir fayda sağlayamaz ve “kâğıt üzerindeki koruma alanları” / “paper parks” haline gelir. Ama Gökova Körfezi Deniz Koruma Alanında gözlemleyebileceğimiz gibi balikciliga kapali alanlar, yerel paydaşlarla iş birliği ve güçlü yönetimle nesli tükenmekte olan Akdeniz Foku ve Kum Köpekbalığı gibi türler için güvenli bir bölge oluşturulabilir, balık rezervleri arttırılarak balıkçının da kazancı arttırılır, ve Akdeniz’in ciğeri olarak bilinen posidonia oceanica – deniz çayırlarının korunmasına katkı sağlanabilir.

 

Pandemide denizler nasıl etkilendi?

Pandeminin denizler üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri oldu. Ekonomilerin yavaşlaması ile birlikte deniz trafiği, çevre kirliliği, aşırı avcılık, ve habitat tahribatında kısa dönemli bir azalma görüldü. Ama aynı zamanda tek kullanımlık plastik tüketiminde bir patlama oldu. IUCN’in bir raporuna göre Akdeniz’e hâlihazırda her sene 229,000 ton plastik atık sızıyor ki bu günlük 500 yük konteynırı hacme denk geliyor. Pandemi ile beraber hayatımıza giren maske benzeri medikal malzemelerin kapsamlı toplama ve geri dönüşüm planlarının eksikliği nedeniyle kısa sürede su kaynakları ve denizlerin kirlenmeye başladığını gördük. Bu deniz ekosistemi için uzun dönemli bir problem. Bunun yani sıra balıkçılık sektörü ve kıyı turizmindeki yavaşlama denizden geçimini sağlayan birçok insanın hayatını da olumsuz etkiledi. Türkiye’de en fazla yasa dışı avcılık pandemi süresinde yaşandı – bu da bize olağanüstü durumlarda bile sahadaki aktif deniz koruyuculuğunun ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Müsilaj bize denizin kıymetini biraz anımsattı. Ancak sonrasında yeniden hayatlarımıza geri döndük. Belki de etkisini tam anlayamadık. Denizlere nasıl zarar Verdi, geri döndürülebilir mi?

1990’dan beri Marmara denizindeki müsilaj artışı için üç temel sebep deniz suyu sıcaklığının yükselişi, denizdeki sirkülasyonun azlığı, ve en önemlisi yıllardır Marmara bölgesindeki endüstriyel tesislerin ve yaklaşık 25 milyon insan barındıran yerleşim bölgelerinin atik su deposu olarak kullanılması. Buna tarımsal faaliyet kaynaklı gübre ve zirai ilaçların yağışlar ile denizlere sızması da eklenebilir.

Aslında müsilaj şimdiye kadar denize verilen zararın bir çıktısı. Maalesef bu zararın gündeme gelmesi için görünür bir boyuta uluşması gerekiyordu. İyi tarafından bakacak olursak toplumda farkındalık yarattı. Hızlı bir geri dönüşün mümkün olmadığını, ama ilerisi için gerekli önlemlerin alınması ve koruma çalışmalarına ağırlık verilmesi gerektiğini gördük. Atık su yönetiminin ne kadar hayati olduğunu ve Barcelona Sözleşmesine taraf bütün Akdeniz ülkelerinin karar vermiş olduğu limitlere uymanın aslında kağıt üzerinde bir zorunluluk değil, bizi hayata bağlayan bir zorunluluk olduğunu anlamamızda müsilaj çok önemli bir rol oynadı.

 

Denizlerin hayatımızda ne kadar büyük bir önemi olduğunun genelde farkında değiliz. Bu konuda duyarlı olan insanlar ne yapabilir?

Sahada çalışan sivil toplum kuruluşlarına destek olmaları çok önemli. Bunu yazın ülkemizi kavuran orman yangınlarında gördük – insanlar hem sahada gönüllü çalışarak hem de evlerinden maddi destek sağlayarak yangın söndürme çalışmalarına katkıda bulundu. Denizlerimizi tehdit eden faktörler ise görmesek de tüm yıl devam ediyor. Yasal boyutta ve yasal zamanlarında avlanan balıkları yemeyi tercih edebiliriz. Denize yakın olduğumuzda habitata zarar vermemeye özen gösterebiliriz.

Bunun dışında evlerde daha az su tüketebilir, atık suyumuzun nereye gittiğini öğrenip su kaynaklarını kirletmediğinden emin olabilir, çevreyi kirleten zehirli maddelerin olmadığı temizlik malzemeleri tercih edebilir, atık üretimimizi azaltabiliriz. Enerji tüketimimizi ve karbon emisyonumuzu azaltmaya çalışabiliriz. Tüm bunlar farklı konular gibi gözükse de hepsi birbiriyle bağlantılı.

Balık bir besin kaynağı aynı zamanda, bu konuda balık satin alırken boyları dışında nelere dikkat edebiliriz?

İstilacı balık tüketebiliriz! Bu türleri ne kadar çok tüketirsek çoğalma hızlarını o kadar yavaşlatmış ve yerel balık türleri ve deniz ekosistemi üzerindeki baskılarını o kadar azaltmış oluruz.

Kum köpekbalıkları üzerine çalıştığından söz ettin, biraz bize de anlatabilir misin? 

Kum köpekbalığı (Carcharhinus plumbeus) dünyadaki en büyük kıyısal köpekbalığı türleri arasında yer alıyor. Boyunun bir buçuk metre civarında olduğu ve ortalama yirmi üç yıl kadar yaşadığı biliniyor. Uzun ömürlü olmasına rağmen av baskısı ve düşük doğurganlık oranlarından dolayı hassas türlerdendir. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yayınlanan ve türlerin tehdit sınıflarını gösteren kırmızı listede, kum köpekbalığının neslinin durumu Akdeniz Havzası’nda “Tehlikede (EN)” kategorisinde yer alıyor.

Atlas ve Indo-Pasifik okyanuslarında dağılım gösteren kum köpekbalığının, Akdeniz Havzası’ndaki üreme alanlarından birini de Gökova Körfezindeki Boncuk Koyu oluşturuyor. Boncuk Koyu, bu nedenle 2010 yılında Gökova Körfezi’nde ilan edilen altı “Balıkçılığa Kapalı Alandan” biri oldu.  Kum köpekbalığı, ülkemizde avlanması yasak olan türlerden olmasına rağmen, hedef dışı tür olarak balıkçılık av araçlarına takılıp ıskarta olarak ayrılıyor. Kum köpekbalığı, büyük cüsseli olmasına rağmen ılımlı bir tür ve insanlara saldırdığı yönünde bir vaka kaydı bulunmuyor. Akdeniz Koruma Derneği, Boncuk Koyu’nda 2013 yılından bu yana kum köpekbalığının izlenmesi ve denizel biyoçeşitliliğin korunması için çalışıyor. Dernek türün birey sayısı, görülme sıklığı ve davranışlarını tam zamanlı kamera sistemiyle izliyor. İklim değişikliğinin tür üzerindeki etkilerini ortaya koyabilmek için farklı derinliklerde deniz suyu sıcaklık ölçümleri yapıyor. Deniz Koruyuculuğu Sistemi ile Boncuk Koyu’nda devriye çalışması yaparak yasa dışı faaliyetler ile karşılaşıldığında anlık olarak yetkili kurumlarını bilgilendiriyor.

Peki Kum köpekbalığının korunmasının nedeni ne? 

Besin zincirinin tepesinde olan Kum köpekbalığının varlığı deniz ekosisteminin genel sağlığını da işaret ediyor. Yani nesli tehlike altındaki bu türün yok olması, pek çok türün yaşamını birbirine bağlayan besin zinciri için bir tehdit. Bu nedenle kum köpekbalığı için tehdit niteliğindeki her türlü etkenin ortadan kaldırılması için çalışmalarımızı tür ve alanı izleme-koruma olarak çok yönlü olarak araştırmaya devam ediyoruz. Eylül ayında sualtı kameramız tam yedi bireyi bir arada görüntüledi – bu bizim için çok sevindirici bir gelişme oldu.

Size daha iyi hizmet sunabilmek için sitemizde çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerez politikamıza izin vermiş oluyorsunuz.