ARÇELİK KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI VE İŞLENMESİ MÜŞTERİ AYDINLATMA METNİ

Kapat X
Uzman

Ekran Karşısından İtiraflar

Bu yazıyı 6 dakika 27 saniyede okuyabilirsiniz.

Ekrana hiç olmadığı kadar bağımlıyız. Bizi ve çocuklarımızı etkileyen bu gerçek karşısında neler yapabiliriz?

 Bugünlerde dünyanın her köşesinde, özellikle de şehirlerde, anne-baba ve çocuklar arasındaki kavga konusu aynı: Çocukların ekran karşısında geçirdikleri zaman. Her evden “bırak artık!”, “yeter!”, “birazcık daha!”, “az kaldı!” gibi haykırışlar yükseliyor. O kadar hızlı bir değişim içindeyiz ki, bu konuda yapılan araştırmalar bile kurgulanıp tamamlanana kadar eski kalıyor. Bu hız, konuyu kavramamızı daha da zorlaştırıyor. Ve artık geri dönüşü yok. Bilgisayar, tablet, telefon, bugün sadece birer teknolojik alet değiller. İstesek de istemesek de, onlar artık hayatın mecburiyetleri, sosyalleşme alanları, hatta var oluş araçları.

Bu durumla başa çıkmakta zorlanmamızın bir sebebi de farklı bir dünyayı hatırlıyor ama aynı zamanda bu teknolojiyi de kullanıyor olmamız. İnternetle büyüyen ilk nesiliz. Ne anneannelerimizden kalma tecrübeler, ne de net çözüm getiren araştırmalara sahibiz. Bugün büyüme çağında çocuk sahibi nesil olarak ‘70,’80,‘90’larda büyürken, evlerimizde bir televizyon, bir ya da belki iki adet telefon vardı. Yerleri sabitti, istediğimizde odamıza ya da sokağa götüremezdik onları. Televizyon uzun süre tek ya da bir kaç kanaldan ibaretti ve belli bir saatte kapanırdı. Sonraları da farklı kanalların programlarıyla limitliydi. Adile Naşit’le uykuya geçer, pazar sinemasında kovboy filmleri izlerdik. Bugünkü gibi sonsuz seçenek sunan film arşivleri, yenisi çıkan diziler ya da sürekli yeni özellik geliştiren oyunlar yoktu hayatımızda.

Eskiden çocuklara oyunu bırakıp bahçeden içeri girmeleri söylenirdi; bugün kumandayı bırakıp yan odaya yemeğe gelmeleri söyleniyor. Bugün çocuklar arkadaşlarına hislerini kendi yüzleri, göz yaşları, gülümsemeleriyle değil, gözünden kalpler fışkıran emojiler üzerinden ifade ediyorlar. Arkadaşlarıyla macera ve sürpriz dolu parklarda değil, çerçevesi, kuralları, algoritması belli olan sanal dünyalarda buluşuyorlar. Yan yana oturan gençler, ağızlarıyla konuşmak yerine chat ya da sosyal medya üzerinden birbirlerine laf atıyorlar.

Nostaljik tutum, bu tür yazıların olmazsa olmazı. Ancak eski günleri yad etmenin dışında pek işe yaradığı söylenemez. İnternet, akıllı telefonlar, sosyal medyayla yaşam, bugün artık geri dönüşü olmayan gerçekler. Küçükken anneannem, “ben çocukluğumda bezden bir bebek yapmıştım, senelerce tek oyuncağım oydu” diye anlatırdı. Her ne kadar onu anlamaya çalışsam da, oturup bezden bebek yapmazdım, elimdeki plastik bebeğin parlak sarı saçlarını minyatür pembe tarağıyla taramaya devam ederdim. Bugün çocuklarıma arka bahçede, ağaçların tepesinde, top peşinde ya da radyo başında geçen çocukluğumu anlatınca aynı şeyleri düşündüklerini biliyorum. Zaten net bir dille, “Anne, hayat 1900’lerde öyleydi, artık değil!” diyorlar.

Anne-babalar olarak her ne kadar şikayet etsek de, çoğumuzun itiraf edeceği üzere, ekranı çocukları oyalama ve sakinleştirme aracı olarak da kullanıyoruz aslında. Restoranda çocuğa yemek yerken sıkılmasın diye tabletten film izletiliyor, evin içinde koşturan çocuğun eline telefon tutuşturulup oturması isteniyor. Ve aslında bizler de bağımlıyız. Şahsen zaman zaman fark ediyorum ki, çocuklara “bırakın artık!” diye yalvarırken bile çoğunlukla kendi telefonum elimde oluyor. Duydum ki, bu mantıkla bir takım zihni sinir icatlar çıkmış dünyada. Örneğin, şifreli bir kutu satılıyor. İçine her türlü elektronik aleti koyup kilitliyorsunuz. Üzerinde bir de saat ölçer var; kilitledikten sonra istediğiniz zamana kuruyor ve daha önce açamıyorsunuz. İşin ilginç kısmı, kutuyu üretenler büyüklerin zor durumda kalıp kutuyu erken açma ihtimalini düşünmüşler ve işi imkansız kılmışlar. Şifreler, Kaliforniya’da bir merkezde saklı ve zaman dolmadan sizin bile açmanıza izin verilmiyor.

Evet, hepimiz bugün hiç olmadığı kadar “bağlıyız”. Çocuklar yürümeyi ya da konuşmayı öğrenmeden önce akıllı telefonların butonlarını öğreniyorlar. Neredeyse bütün insanlık sanal dünyada. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkelerine bakılırsa, 2017’nin sonunda bir rekor kırılmış ve abone sayısı insan sayısının üzerine geçmiş. Dünyada 4.9 milyar kişi interneti, 3.4 milyar kişi aktif olarak sosyal medyayı kullanıyor. İnsanların yüzde 50’sinden fazlasında akıllı telefon bulunuyor. Türkiye, interneti en çok kullanan ülkeler listesinde on beşinci, akıllı telefon kullanım listesinde ise on birinci sırada.

UNICEF’in yayınladığı rapora göre; 15-24 yaş aralığı en çok internete bağlı olan grup. Dünya çapında gençlerin yüzde 71’i online. Sadece yarısı telefonu birine ulaşmak için kullanıyor; yüzde 80’in üzerinde internet ve sosyal medya için kullanılıyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, ortalama bir çocuk, haftada 23 saat yani tam bir gün telefonuyla meşgul. Anne-babasıyla günde iki saatten az konuşuyor. Aynı araştırmada, anne-babaların üçte ikisi ailecek daha fazla zaman geçirmek istediğini söylemiş. Ancak beş ebeveynden ikisi çocuklarını oyalamak için telefon ya da tablete başvurduklarını da itiraf ediyor.

Peki bu kadar bağlı olmanın, saatlerce ekran bakmanın, kontrolü zor olan internetin ve oyunların çocuklar üzerindeki etkisi ne? Gelişmekte olan beyinleri yavaş yavaş ele geçiriliyor mu? Ya oynadıkları o oyunlar? Acımasızca onlarca insanı öldürdükleri savaş oyunları onları saldırgan yapabilir mi? Rol modellerin Youtube fenomenlerinin olduğu, arkadaş sevgisinin “like” larla ölçüldüğü, en özel konuların ve fotoğrafların Whatsapp üzerinden paylaşıldığı bir dönemdeyiz. Bütün bunların çocuklar üzerindeki etkileri nasıl iyi olabilir ki?

Dürüst cevap şu ki; ne yazık ki bütün bunların etkilerini henüz tam olarak kimse bilmiyor. Konu nispeten yeni ve çok hızlı değişiyor. Ayrıca o kadar çok etken var ki, genel sonuçlara varmak zor. Her çocuğun büyüdüğü ortam, kişilik yapısı, sosyal ve kültürel ortamı farklı. Dolayısıyla herkese uyarlanabilen kolay çözümler vermek ne yazık ki henüz imkansız.

Bebeklerin beyinlerinde doğduktan sonraki ilk bir senede saniyede bir milyonun üzerinde bağlantı kuruluyor. Bu yüzden Dünya Sağlık Örgütü, bir yaşından küçük bebeklerin hiç bir şekilde ekrana maruz kalmamalarını; iki ile dört yaş arası çocukların günde bir saatten fazla ekran görmemelerini tavsiye ediyor. Daha büyük yaşlarda ise günde altı saatten fazla ekran karşısında olanlar, aşırı kullanıcı olarak adlandırılıyor. Televizyon, tablet, telefon ve çocukların okuldayken ekran karşısında geçirdikleri zamanı düşünürsek aslında bugün birçok çocuk bu aşırı kullanıcı kategorisine giriyor.

“Sınır koymak şart”, diyor uzmanlar. Ancak yaş arttıkça iş zorlaşıyor. 14 yaşındaki bir çocuğa bu konuda sınır koymak, evin her köşesine abur cubur yerleştirip sonra tek bir şeker yemesini istemeye benziyor. Hepsini bırakıp dağın tepesine taşınmak da pek uygulanabilir bir çözüm değil. Oxford Üniversitesi’nde 35 bin çocuk üzerinde yapılan bir araştırmada, ekran karşısında geçirilmesi gereken ideal süre tespit edilmiş. Araştırmaya göre altın oran günde 1-2 saat. Daha fazlası sağlıksız ama daha azının da sosyal ve duygusal açıdan yetersiz olduğu savunuluyor.

Günde 1-2 saat mi? Kimi kandırıyoruz? Bunun özellikle belli bir yaş grubu için mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Ancak süre kadar içeriğin de önemli olduğunu savunuyor uzmanlar. İnternet, hayatın ve insanlığın en iyi ama aynı zamanda en karanlık taraflarını yansıtan bir dünya. Bu yüzden dikkat edilmesi gerekenlerin başında içerik geliyor. Uzmanlar çocukların ekran karşısında ne kadar zaman geçirdiklerine odaklanmak kadar ne yaptıklarına dikkat etmek gerektiğini söylüyorlar.

Araştırmaların net olduğu bir kaç nokta var. Bunlardan biri uyku. Gece yatmadan ekran bakmak, mavi ışık yüzünden melatonin salgısını azaltıyor ve uykuya dalmakta sorun yaşatıyor. Saatlerce ekran karşısında oturmak aynı zamanda çocuklarda aşırı kilonun da sebeplerinden biri olarak görülüyor. Bir şey izlerken atıştırmak doyma hissini geciktiriyor. Atıştırılan yiyecekler abur cubursa kilo almamak imkansız. Hele ekran karşısındaki zaman, bahçede oyun oynamanın ya da spor yapmanın yerine geçerse durum daha da vahim olabiliyor.

Gelelim işin sosyal boyutuna. Öyle bir duruma geldi ki, telefonsuzluk bir noktada çocuğun sosyal hayatını olumsuz etkilemeye başladı. Sosyal medya ve chat uygulamaları yeni sosyalleşme alanlarımız. Yapılan araştırmalarda, öğrencilerin yarısı “internete bağlı olmadığımda mutsuz oluyorum” diyorlar. Sürekli hayatlarını paylaşmak zorunda olmak, görsel bir platform olduğu için güzelliğin ön planda olması, her daim mükemmel bir hayat imajı çizmek zorunda hissetmek çocuklarda, ve özellikle kız çocuklarında ciddi endişe ve kaygıya sebep oluyor.

Ancak durumun olumsuz etkileri kadar olumlu etkileri de savunuluyor. Örneğin, birçok araştırma internette geçirilen zamanın çocuklarda depresyon ve kaygıya sebep olduğunu kanıtlarken, başka araştırmalar da çevrelerinden destek alamayan çocukların internet sayesinde destek gruplarına ulaşabildiklerini yazıyor.

Sanırım her şeyden önemlisi, ekran karşısında geçirdiğimiz zamanın nelerin yerine geçtiği. Bugünlerde telefonumuzdan birkaç saat uzak kalsak bir şeyleri kaçırdığımızı düşünüyoruz. Ama esas ekran karşısında geçirdiğimiz sürede neleri kaçırıyoruz? Sokakta yürürken telefona bakmak yerine kafamızı yukarı kaldırsak neler göreceğiz? Rahatlama uygulamalarıyla nefes almayı hatırlamak yerine gerçekten durup nefes aldığımızı hissetsek nasıl olur? Bu süre, sohbet etmenin, doğada zaman geçirmenin, ya da mesela kitap okumanın yerine geçiyorsa alarm zilleri çalmalı aslında.

“Ekran zamanı sanatı” adlı kitabın yazarı Anya Kamenetz, ekranı gıdaya benzetiyor. Hepsi sağlıksız değil, ancak miktar ve içerik önemli diyor. Kitabında Ruhun Doysun’da sık sık kitaplarına, kurallarına başvurduğumuz yemek yazarı Michael Pollan’ın yemek kurallarından birini ekrana uyarlıyor. Kulağa hem gerçekçi hem de mantıklı geliyor: “Ekranı kullanın. Çok fazla değil. Çoğunlukla başkalarıyla.”


Cemre Torun

İşletme ve klinik psikoloji geçmişi olan Cemre Torun, yaklaşık 10 senedir hem Türkiye’de hem yurtdışında farklı yayınların yemek editörlüğü yapıyor ve yemek yazılarını yazıyor. The World’s 50 Best Restaurants’ın bölge başkanı. İçindekiler adlı yemek kitabının yazarı. Uluslararası yemek konferansı YEDİ’nin kurucularından. Ruhun Doysun’un proje danışmanı ve editörü.

Size daha iyi hizmet sunabilmek için sitemizde çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerez politikamıza izin vermiş oluyorsunuz.