ARÇELİK KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI VE İŞLENMESİ MÜŞTERİ AYDINLATMA METNİ

Kapat X
Detay

Kaybolan Bir Dil, Kaybolan Bir Mutfak

Bu yazıyı 4 dakika 24 saniyede okuyabilirsiniz.

Ruhun Doysun Keşfet bölümlerinde gazeteci, yazar Deniz Alphan’la yok olma üzerine konuştuk. Deniz Alphan’ın “Kaybolan Bir Dil, Kaybolan Bir Mutfak” adlı belgeselinden yola çıkıp, yok olmakta olan Ladino dili ve beş yüz yıllık Sefarad mutfak kültürüne yakından baktık.

Her yıl dünyada 25 dil yok oluyormuş. Bu her iki haftada bir dilin yok olması demek. Dil bilimcilerin tahminlerine göre yüzyılın sonuna kadar kalan 6500 dilin çoğunu kaybedecekmişiz. “Zaten bu kadar dile ne ihtiyaç var?” diye sorabilirsiniz. Hepimiz aynı dili konuşsak daha iyi olmaz mı? Bugün dünyanın dörtte biri Çince, İngilizce ve İspanyolca konuşuyor sonuçta. Ancak dil bir kültürün yansıması olduğuna göre dilin kaybolmasıyla kültürel zenginlik de kayboluyor. Üstelik yazılı dilin nispeten yeni bir durum olduğunu ve çoğu dilin nesilden nesle sözel olarak aktarıldığını düşünürsek, şarkıların, masalların, efsanelerin, geleneklerin, mutfağın yok olması demek bu. Dilin, o insan topluluğunun ve kullanıldığı bölgenin özelliklerini anlattığını da unutmamalı. Eskimoların kar için kullandıkları onlarca kelime var mesela. Kelimeler yok olduğu zaman atalardan kalma bilgelik de yok oluyor aslında.

Gazeteci Deniz Alphan’ın hazırladığı ve yönettiği “Kaybolan Bir Dil, Kaybolan Bir Mutfak” belgeseli, Türk Sefaradların’ın artık çok az kişi tarafından konuşulan dili Ladino ve Sefarad mutfak kültürünü konu alıyor. Deniz Alphan’ın daha önce Sefarad mutfağını annesinin tarif ve hikayeleriyle anlatan “Dina’nın Mutfağı” adlı bir kitabı var. Bu sefer yine bir kitap projesi olarak yola koyulmuş ama işin içinde dil olduğu için belgesel yapmaya karar vermiş. Şarkılı, hikayeli, bol yemekli , düşündüren, içinizi ısıtan, aynı zamanda da arşiv niteliğinde bir belgesel çıkmış ortaya.

Sefarad dili ve mutfağı derken 500 yıllık muazzam bir kültürel birikimden bahsediyoruz. Ladino veya Judeo Espanyol dili, 1492’de İber Yarımadası’ndan göç eden Yahudilerin anadili olan İspanyolcanın üzerine zamanla Osmanlıca, Rumca, Ermenice, Türkçe kelimelerin girmesiyle oluşmuş bir dil. Uçak “el tayyare” olmuş mesela. Hayata çatal girince, Rumcadan “piron” kelimesi alınmış.

Kulağa ilk başta İspanyolca gibi gelse de, İspanyolca bilen birisi bambaşka bir dil olduğunu hemen anlar çünkü arada serpiştirilmiş başka kelimeler, takılar, laflar var. Ladino kelime hazinesinde bugünkü İspanyolcadan silinmiş yüzlerce eski kelime saklı. “İspanya’ya giden bir arkadaşımı Ladino konuşurken duyan biri ‘siz Cervantes’in İspanyolcasını konuşuyorsunuz’ diye laf atmış” diyor Deniz Alphan.

Ladino, Sefaradların yaşadıkları onca zorluklara, göçlere, savaşlara rağmen son derece melodik, esprili, duygusal, neşeli bir dil. Bugün konuşanların sayısı tam olarak bilinmiyor ama çok az kişinin bu dile hakim olduğu bir gerçek. İstanbul’da, İzmir’de nadiren yaşlı nenelerin aralarında konuştuklarını duyabilirsiniz. Ladino, bugün 70 yaşın üstündeki Sefarad Yahudilerinin anadili. Biraz daha genç olanlar bu dili konuşuyor ama Türkçe de anadilleri gibi olduğundan daha az kullanıyorlar. Daha gençler anlıyor ama akıcı konuşamıyor. 40 yaşın altındakiler ise hiç bilmiyor.

“Bu dil yazılmıyor. Ticaret yapılmıyor. Okullarda öğretilmiyor. Küçük bir gruba tıkılıp kalınca zamanla eriyip gidiyor” diyor Deniz Alphan. Ladino’nun giderek yok olmasının arkasında tarihsel sebepler de var elbette. Bunlardan biri zamanında açılan Alliance okulları. Osmanlı’daki sosyal hayata bakarsak, kadınlar evlerin içindeymiş. Bu Sefarad kadınları için de böyle. Aralarında ve çocuklarıyla sadece Ladino konuşuyorlarmış ama kendileri eve tıkalı olduklarından dilleri de saklı kalmış. Fransız Yahudi entelektüeller Sefarad kadınlarının bu kapalı kapılar ardındaki durumunu değiştirmek, eğitmek ve meslek sahibi olmalarını sağlamak için Osmanlı’da Fransızca tedrisatlı Alliance okullarını kurmuşlar. Bu okullara gidebilenler Fransızca öğrenmişler. Zamanla

Fransızca sınıf farkı yaratmış. Daha kültürlü olanlar Fransızca okuyup, Fransızca yazmışlar. Durum böyle olunca Ladino konuşmak aynı zamanda bir statü konusu haline gelmiş. Ladino, Türkiye’de konuşulan Rumcadan, Ermeniceden farklı çünkü Rum ve Ermeni okullarında o diller öğretilirmiş. Cumhuriyet sonrası kurulan Musevi liseleri Türkçe tedrisatlı ve seçmeli ders olarak İbranice sunuluyor. Ladino ise hiçbir zaman okullarda öğretilmemiş.

Gelelim Sefarad Mutfağına. Sefarad mutfağı da Ladino gibi yavaş yavaş yok olmakta. Bugün nasıl gençler evlerinde oturup dolma sarmıyorlarsa Sefarad mutfağı için de durum aynı; yeni neslin mutfağında uygulanmıyor. Türkiye’deki Sefarad mutfağı, Akdeniz bölgesinin bir çok özelliğini ve Osmanlı mutfağının izlerini taşıyor. Börekler, pilavlar, dolmalar hep buradan ama katıyağ yerine İber Yarımadası’ndan beri yüzyıllardır süren Akdeniz alışkanlığı sonucu zeytinyağı kullanıyorlar. Bunun bir sebebi de din kurallarına göre yemeklerin kaşer olması. En önemli kural süt ve etin birbirine karıştırılmaması. Dolayısıyla tereyağı ile pişmiş pilav ve et yan yana olamıyor. Ayrıca, hayvanın kesiliş şekli, sağlıklı olduğunun belirlenmesi, alt kısmının yani mesela butunun yenmemesi gibi kurallar da söz konusu. Balıklarda kalkan, yılanbalığı gibi balıklar ve kabuklular kaşer değil. Ayrıca at, domuz gibi tek tırnaklı hayvanlar ve av hayvanları da yenmiyor.

Sadeliğiyle bilinen, sakin ve lezzetli bir mutfaktan söz ediyoruz. Sos yok, baharat yok, ana malzemeden rol çalabilecek hiç bir şey yok. Mevsimleri takip eden, sebze odaklı yemekler çoğunlukta. “Hesaplı yemekler, savaşlardan geçmiş yemekler. Hiçbir şey çöpe gitmez. Kabağın kabuğundan ayrı yemek yapılır, dolma yaptıysanız içinden başka şey yapılır” diyor Deniz Alphan. Kabağın kabuklarından yapılan zeytinyağlı, ekşili kaşkarikas bunun en güzel örneği.

Sefarad mutfağının en önemli özelliklerinden biri de bayram yemekleri. Cuma akşamları kurulan sofralarda birkaç çeşit börek, taskebabı, gelincik balığı, levrek, kefal gibi özel balıklar ve tavuk hafta sonu yenmek üzere Cuma’dan pişirilirmiş. Yazın muhakkak dolma pişermiş. Minik börekler borekitas ve aynı hamurdan yapılmış bir tür tepsi böreği tapada mutlaka olurmuş. Ve kokusu ta apartmanın girişinden duyulan mis gibi tavuk ve pilav. Sofra da o akşama özel olur, kolalanmış beyaz keten örtüler serilir, günlük tabakların yerine özel tabaklar kullanılır, büfeden ince kristaller çıkarmış.

Dünyada sürekli bir şeyler yok oluyor. Bazılarının önüne geçmek için çabalıyoruz, doğadaki türler gibi. Bazılarının ise anılarda kalmasına yol veriyoruz. Kaset çalar ya da çok yakında hayatımızdan kalkacak basılı haritalar mesela. Yok olmanın önüne geçemiyoruz çoğu zaman. Ancak bir dilin yok olması, mutfağın, kültürün yok olması demek. Çeşitliliğin getirdiği o zenginliğin de yok olması demek.


Cemre Torun 

İşletme ve klinik psikoloji geçmişi olan Cemre Torun, yaklaşık 10 senedir hem Türkiye’de hem yurtdışında farklı yayınların yemek editörlüğü yapıyor ve yemek yazılarını yazıyor. The World’s 50 Best Restaurants’ın bölge başkanı. İçindekiler adlı yemek kitabının yazarı. Uluslararası yemek konferansı YEDİ’nin kurucularından. Ruhun Doysun’un proje danışmanı ve editörü.

Size daha iyi hizmet sunabilmek için sitemizde çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerez politikamıza izin vermiş oluyorsunuz.